Türkçü Kimdi?
Bir süredir emek vermiş olduğumuz Altay Türk Cephesi yeni yayın dönemine bugünden itibaren girmiştir. Yeni yılımıza kalemleri daha güçlü kimseler olarak başlayacak olmamızın heyecanıyla birlikte daha iyi Türkçüler olabilmek uğruna bu yıl önemli projeler yapacağız. Önemli seriler başlatacağımız 2022-2023 dönemimizin tüm Türk dünyasına hayırlı olmasını diliyoruz. 2022-2023 yılımızın ilk yazısını kuru kuru kutlama yazısı yapmak istemedik. Bu nedenle biz Türkçülerin en büyük açığı olan Türkçüler arası birlikteliksiz konusunda birlikteliğe götürecek bir çözüm uğruna yazılar yayımlamaya karar verdik. Şimdi okuyacağınız yazımızda hep anlattığımız “Türk” yerine hep anlatmamız gereken anlatmadığımız “Türkçü”yü anlattık. Türkçüler arasında oluşacak birlik Turan’a giden ilk adımdır. Yeni yılımızı kutlu olsun. Bizi okuyarak destek olan her okurumuza ayrıca teşekkür ederiz. Iyi okumalar dileriz.
Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin.
Türk’ün kim olduğunu anlattık yıllarca. Halaskar Gazi’nin asırlarca ‘’Ey kullarım! Buyruğumdur’’ diye başlayan emirlerin muhatabı olanlara ‘’Büyük Türk Milleti!’’ dedi, Hüseyin Nihal Atsız çeşitli defalar Türk tanımı yaptı, bence en güzel tanımı ‘’Türk olmak için, önce kanı Türk olmalıdır. Ondan sonra dili Türk olmalıdır. Ondan sonra dileği Türk olmak lazımdır.’’ şeklindeki tanımıdır. Peki ya Türkçü kimdir? Her Türk’ün Türkçü olduğu o devirleri geçeli çok oldu. Atatürk Devrinde Türkçü olmak bir şerefti, SSCB ile mücadele ile devresinde Türkçü olmak bir zorunluluktu peki ya sonrası? Yıllarca Türk’ün kim olduğunu anlattıktan sonra nihayet Türkçü bir kimsenin kim olduğunu anlatmaya geldi sıra.
Cumhuriyetimiz 1923 yılında ilan edilmiş olsa da ilk kıvılcımları Jön Türklere kadar uzanan bir sarmalın devamıdır. Unutulmamalı ki Atatürk’ün fikir babalarından birisi de Namık Kemal’dir. Namık Kemal, rasyonel ve faydacı bir aydındır. Hakikaten büyük bir milliyetçidir. Atatürk’ün ‘’Büyük Türk Milleti!’’ diyerek söylevlerine başladığı Türk Milletinin ilk yılmaz savunucusu her zorluğa karşı Namık Kemal’dir. Namık Kemal, şiirlerinde, öykülerinde kısaca onu Namık Kemal yapan her alanda Türk Milleti’nin faydalarını savunmuştur. Yeri gelmiş buna Osmanlıcı denmişse Osmanlıcı olmuş, yeri gelince İslamcılık denmiş o da İslamcı olmuştur. Fakat özünde her zaman millet prensibi ile bir Türkçülük var olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun son demlerinde büyük görevler yerine getirmiş olan ve Türk Edebiyatı’nı da büyük ölçüde etkilemiş olan Ahmet Vefik Paşa’nın hakkını yemek olmaz. Osmanlı’nın son dönemlerinde yönetici kadronun büyük çoğunluğu Avrupa yanlısı tavırlar sergilerlerken Ahmet Vefik Paşa’nın tavırları Türkçülük değil de nedir? Fransa’yı görmüş, İran’da görev yapmış entelektüel bir şahsiyet olan Ahmet Vefik Paşa sadece siyasi ve içtimai sahada değil kendi özel yaşamında da büyük bir Türkçüydü.
İttihat ve Terakki’nin kadroları kuruluş sürecinde ‘’büyük çadır’’ adı verilen görüşe yatkın olsa da özellikle Üç Paşalar Devrinde ortaya konulan büyük bir Türkçülük hareketi vardır. İttihatçılar şüphesiz büyük bir vatan sevgisiyle yola çıkmışlar o muazzam Osmanlı İmparatorluğu’nu özlüyor, uzun bir zamandan beri süregelen duraklamayı yenmenin yollarını aramışlardı. Bunu Avrupa’da bulmuşlardı. Sadece bilimle değil sistematik bir anlayış değişikliği ile çözüm arama yolunu seçmişlerdir. İsmail Enver, Talat ya da Cemal Paşalar vatan sevgisinden şüphe etmek büyük bir dalkavukluktur.
Atatürk Devrine kadar özet olarak ‘’Türkçü kimdir’’ sorusunun cevabını vermiş olduğumuzu düşünüyorum. Peki ya Cumhuriyet Devri öncesinde Türkçülerin vasıfları göz önüne alınırsa o dönem içerisinde Türkçü nasıl olmalıydı?
Türkçü kimse, işinde başarılı olmak mecburiyetindedir. Devletin sallandığı, Rumeli’nin isyanlarla çalkalandığı o devirlerde Türkçü olduğu iddiasındaki kimsenin en ufak başarısızlığa tahammülü olmamalıdır. Pes etmeyi lügatinden silip atmış olmalıdır Türkçü kimse.
Cumhuriyetimizin kuruluş devrinde Halaskar Gazi ortalığa bir Türk’lük dehşeti saçmıştı. Türk olmayan kimseler dahi bu fırtınadan nasibini almış Türk kültür dairesine uygun hareketlerle yaşamlarına devam etmişlerdi.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk hakikaten büyük bir Türkçüydü. İdeal bir prototip olarak Gazi’yi şüphesiz örnek verebiliriz. En başta başarılı bir komutan, cesur bir adam, akıllı bir insan, kitleleri ardı sıra sürükleyen, her şartta akılcı bir biçimde kendi çıkarlarını bilen ve alan bir lider olarak Atatürk hakikaten Tanrı’nın büyük bir lütfudur. Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, A. Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız ve daha nice büyük Türkçünün Cumhuriyet Döneminde yaşamış ve katkılar sunmuş olması biz Türkçüler için yaşanması en kutlu zamanlardandı. Türkçüler için bu rüya Gazi’nin vefatına kadar sürmüştü. Atatürk çevresinde bulunan dalkavuklara rağmen devleti ‘’tek başına’’ savunmuştu. Çünkü onun bilgi ve birikimine, görgüsüne, terbiyesine, yaşamışlıklarına eş biri yoktu.
Peki bu devirde Türkçü kimse kimdi?
Hiç şüphesiz Türk’ün son Başbuğu Mustafa Kemal Atatürk bu devrin en büyük Türkçüsüdür. Yapmış olduğu her inkılapta milletini ileriye götürmek isteyen bir liderdi o. Atatürk büyük bir Turancı olmasının yanı sıra akılcı bir devlet adamıydı. 1933’te ‘’Ne mutlu Türk’üm diyene!’’ diyerek Türkçülüğünü ortaya apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Atatürk çok cesur bir adamdır. Belki de onu eşsiz kılan özellik de budur. Çoğu yerde duyarız ‘’alfabe devrimini ilk II. Abdülhamid düşünmüştü’’ ama yapamadı, Atatürk yaptı. Atatürk ileri görüşlü bir liderdi. Sizce de laiklik meselesini ilerleyen süreçte kendisine karşı kullanacaklarını bilmiyor muydu? Biliyordu! Ama yaptı. Korkmadan, sakınmadan… İşte 20. Yüzyılın en büyük lideri böyle olundu.
Bir an olsun düşünelim; Atatürk’ün doğduğu topraklar Yunan işgali altındayken Nevşehir’le, Yalova’yla ilgilenmişti oraların gelişmesini istemişti, Ankara’nın çamurluk arazilerinde çiftlikler kurmuş, kasabadan başkent yapmıştı. Müthiş yıldırımlara eş bir süratle ilerleyen o orduyu İzmir’de durduran nedir? Edirne’den ötesini geçirmeyen o neden nedir?
1938’den sonra ise ortaya Hüseyin Nihal Atsız çıkacaktı. Milliyet fikrinin iki görüşü vardır. Bunlardan birisi Fransızların olan ‘’vicdani’’ milliyetçilikti. Buna göre; kendini Fransız hisseden herkes Fransız’dır. Bu görüşün karşısında ise Cermenlere ait olan ‘’ırki’’ milliyetçiliktir. (Bu görüşlerin detaylarını Üç Tarz-ı Siyaset’i ele aldığım yazımda yazdığımdan dolayı uzatmayacağım, detayları adı geçen yazıdan okuyabilirsiniz.) Atsız da Cermenler gibi ırkı esas alıyordu. Ona göre Türkçü Türk’ten olurdu. Sırf bu görüşleri için cumhuriyete dahi çatmaktan sakınmamıştır Atsız. Ancak Türkiye Cumhuriyet’inin bu konudaki görüşleri çok başkaydı. 1944’teki o meşhur davaya en büyük suçlu olarak gitmesindeki sebep de bundan öte gelmektedir. Türkçülüğün ilk ideoloğunun Ziya Gökalp, modern ideoloğu ve yılmaz savunucusunun da Atsız olduğu ortadır. O bu dava için vefatından hemen önce 1973’te dahi hapse girmişti. O çağın en büyük Türkçüsüydü.
Bu devrin Türkçülerine bakacak olursak, Türkçü kimse akılcı hareket etmişler, pes etmemişlerdir. 1944’te hapse girenlerin çoğu aydın kimselerdi. A. Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız gibi isimler kodesteyken dahi eserlerini kaleme almaya devam ettiler. Çünkü Türkçü kimse Türkçülükten dolayı özür dilemez. Nejdet Sançar gibi ‘’Çünkü benim için suç olarak gösterilen şey de bu toprakları ve ırkı sevmekten başka bir şey değildir. Yurdumu, ırkımı seviyorum. Onun içindir ki Türk ırkçısıyım. Bu sevginin manasını anlamayanlara sözüm yoktur. Eğer bu bir günahsa beni mahkûm ediniz. Bu mahkumiyeti övünçle kabul ederim, şeref sayarım’’ demekten geri kalmaz, kalacaklar gidip başka görüşlerin neferi olsun. Türkçülük yumuşak karınlı insanların üstesinden gelebileceği bir dert değildir.
Türkçü’nün gönül sahası, siyasi sınırları tanımaz. Tıpkı Türk’ün sınırını herhangi bir siyasi görüşün, felsefenin, dinin, mezhebin belirlemeyeceği gibi. Bu nedenledir ki Gagavuz Yeri’de bizimdir, Çin’in Kuzeybatısındaki Doğu Türkistan’da. Türkçü, Türk’ü düşünen kimsedir. Hiçbir çıkar gözetmeden Türk’ün yanında olan Türkçü’dür. Kaldı ki zaten Türk’ün Türk’ten başka dostu da yoktur.
Sonuç olarak, Türk’ün bu coğrafyada rahata alışma, zevk ve sefaya verecek tek bir dakikası yoktur. Çalışmak, didinmek zorundadır. Kalemiyle, kılıcıyla dünden aldığı emanet vatanı büyütmenin, geliştirmenin içinde bulunduğumuz devri Türk için daha yaşanabilir bir hale getirmenin yükü omuzlarımızdadır. Dün ordular Edirne’de ve İzmir’de durdu, bugün durmamalıdır. Konya’nın Meşhet’ten, Aydın’ın Tebriz’den, Ankara’nın Rey’den, Kahramanmaraş’ın Erbil’den, Urumçi’nin İstanbul’dan, Aksaray’ın Bahçesaray’dan farkı yoktur. Dün çizilen sınırların hükmünü belirlemek bugünün vereceğimiz kararlara bağlıdır. Büyük Türk Milletinin bir kısmı halen sömürge düzeni altındayken bana dokunmayan yılan bin yaşasın görüşüyle nereye kadar gidilebilir?
Yorumlar
Yorum Gönder