Divan Üzerine
Resim: Gazayi, Gazi Giray Han ya da II. Bora Giray
Divan Üzerine
Ne bizden ne de değil… Kelimelerin ve cafcaflı cümlelerin dansıdır kendileri. Aşkın, meşkin, şarabın, kadınların ana hatlarını oluşturduğu, Arapçanın ve Farsçanın harcını karıştırdığı edebiyattır. Ama biraz detaylara inmek gerek mesele derin, ‘’Dil’’.
İnsanlar tüm eserlerini dilleriyle inşa ederler aslında. Dilleriyle düşler, dilleriyle konuşur, dilleriyle işlerini yaparlar. Bu ‘’dil’’ dediğim eş anlamlısı ‘’lisan’’ olan dil. İki insanın anlaşmasının biricik unsuru dildir. Dil denen yapı milletlerin birer eseridir. Dünyada yedi binden fazla dil yapısı mevcuttur. Dillerin oluşmasında aslında birçok etken vardır bölgeler, iklim, sosyo-ekonomik dengeler dahi. Teknik açıdan bakılırsa dil aileleri vardır, bunlar;
• Afro-Asyatik Diller,
• Bueyo Dil Ailesi,
• Ural-Altay Dil Ailesi,
• Çin-Tibet Dil Ailesi.
Bu diller etimolojik olarak akraba yani yakın ilişkili. Bir de dil grupları meselemiz var teknik açıdan ilişkili dillerdir bunlar da;
• Tek Heceli Diller,
• Eklemeli Diller,
• Çekimli Diller.
Şimdi esas konumuza dönecek olursak Divan Şiiri ya da Edebiyatı’na. Baktığınız zaman 13.YY’a kadar uzanan bir tarih görürsünüz. Başlangıçta da dedim ya ‘’Ne bizden ne de değil’’ aynen öyle yapısı itibariyle Arapça ve Farsça tamlamaların dans ettiği bir türdür.
Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Eşkimi kıldı füzûn giryemi hûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek
Yavuz Sultan Selim
‘’Merdüm, Didem, Füsun ve Felek’’ kelimeleri Farsça, ‘’Bilmem’’ sözcüğü ise Arapça ‘’cehl’’ kelimesinden türetilmiştir. Bu şiir ya da dörtlük Yavuz Sultan Selim’in kaleminden çıkmıştır, hikayesi ise malumdur. Verdiğim örnekte de gördüğünüz gibi bu türde Türkçeye pek bir önem verildiğini göremezsiniz. Ünlü divan şairi Fuzuli, Anadolu’nun yanık ezgilerinin, ilahi aşkının yazarı Yunus Emre, ünlü Türkmen beyi Şah İsmail, Timur’un torunlarından Babürşah ve onun hocası Ali Şir Nevai bu dönemde Türkçe eser veren başlıca şairlerdir.
Divan şiirinin yapısı fazla soylu, halk dilinden fazla uzaktır. Şiiri Yavuz’dan verdim dili anlamanız açısından örneğini de dedesi ‘’Avni’’ mahlaslı Fatih’ten vereyim. Vakıa şu ki;
Vaktiyle Sultan II. Mehmet divan toplantısındadır. Ülke meselelerinin tartışılıp karara bağlandığı bu meclisi günümüz ‘’bakanlar kurulu’’ olarak düşünün. Divan toplantısının yapıldığı salona (arz odası) birdenbire bir derviş girer. Katiplerin olduğu kısmı aşarak, divanın ortasında ‘’Padişah, kangınızdır?’’ der.
Halkın üslubu buyken şairlerinin bambaşka bir dilde konuşuyor olması ne kadar da ilginçtir. Yani ‘’Divan’’ öyle normal halkın anlayacağı bir iş değildi. Zaten bu dönemde ‘’Halk Edebiyatı’’ denen bambaşka bir edebiyatta vardı.
Bir de bambaşka bir konu var… ‘’Türkçe ile Türk düşmanlığı’’ ne kadar iğrenç gelse de böyle bir gerçek var. Osmanlı divanı acayipliklerde doludur aslında.
Mesela devleti yöneten Fatih Sultan Mehmet ‘’Türk olmak zordur dünya ile savaşırsın, Türk olmamak daha zordur; Türk ile savaşırsın’’ derken aynı devletin bir başka hükümdarı olan Kanuni Sultan Süleyman, Şair Baki’ye hürmet göstermiştir. Baki ise ‘’Türk ehlinin ey hace biraz başı kabadır.’’ Diyerek Türk’e hakaret etmiştir. Ne ilginçtir Baki edebiyat çevrelerince ‘’Sultanu’ş Şuara’’ yani ‘’Sultanların Şairi’’ diye anılır.
Mesela Osmanlı tarihçisi Naima. Türk’ü çoban köpeğine benzetir. Yetmezmiş gibi ‘’Nadan Türk’’ der. (Nadan, bilgisiz/ cahil anlamına gelir.)
Mesela Hoca Sadettin Efendi, kendisi Haçova Meydan Savaşının kazanılmasında etkin rol oynamıştır fakat; “hilebaz Türk”, “akılsız Türk”, “aptal Türk”, “kudurmuş kurt”, “aşağılık türediler”, “sırtlan”, “anlayışsız kaltaban” diye niteler Türk’ü.
Şehzade Mustafa’ya yazdığı ‘’Şehzade Mersiyesi’’ ile ünlü olan Taşlıcalı Yahya ‘’Soyu kuruyasıca Türk’’ diye şiirler yazar. Bunun gibi birçok şiir bulunur, bir tanesi de bu şiirdir:
Sakın Türk’ü insan sanma,
Bir an bile olsa Türk’le birlikte olma
Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.
Türk’ün başını keserken sakın gam yeme
Baban da olsa Türk’ü öldür.
-Hafız Ahmet Çelebi (Divan-ı Hümayun yazarlarından)
Ne ilginçtir ki ‘’Türk’ün Türk’ten’’ başka dostu olmadığı gibi ‘’Türkçenin de Türk’ten’’ başka dostu yoktur. Tüm bunlara rağmen Kırım Hanı Gazi Giray ‘’Gazayi’’ mahlasıyla;
‘’Râyete meyi ederiz qâmet-i dilcû yerine
Tuğa dil bağlamışız zülf-i yahut semenbû yerine yahut
Bizimle azm ü cezm-i feth-i Bağdâd eyleyen gelsün
Gaza ecrin, şehâdet şerbetin yâd eyleyen gelsün’’
Demekten geri kalmamıştır. Ünlü Türkçü Atsızoğlu Hüseyin Nihal Bey ‘’Alaylı Alimler’’ adlı tenkitinde ‘’Divan Edebiyatı’’ için;
‘’Divan edebiyatında Türk duygusunun kaybolduğunu kimse çıkıp da iddia edemez. Divan edebiyatı zümresine mensup bir iki serserinin Türk kelimesini kötü mânâda kullanmış olması bütün divan edebiyatını körü körüne kötülemek için bir sebep değildir. Halk edebiyatı zümresinden yetişen bazı şairler de Türk kelimesini tahkir yerinde kullanmışlardır. Bu yüzden H. Âli Bey bütün halk edebiyatını inkâra yelteniyor mu? Şüphesiz yeltenmiyor. O halde neden divan edebiyatı basma kalıp hücuma maruz kalıyor? Divan edebiyatı bugün ölmüştür, tarihe karışmıştır diye arkasından sövmek dürüstlük değildir. Çünkü o edebiyat asırlarca bu milletin münevver zümresi tarafından sevilmiş ve bu milletin hissi olduğu kadar hamasî ve vatanî duygularına da makes olmuştur... Kendisi şunu elbette bilir ki halk edebiyatı zümresinden, meselâ Fuzulî ile en uzaktan kıyas olunabilecek bir halk şairi çıkmış değildir.’’ Demiştir.
Atsız Ata’nın da dediği gibi ‘’bir iki serserinin Türk kelimesini kötü manada kullanmış olması bütün divan edebiyatını körü körüne kötülemek için bir sebep değildir.’’
Sonuç olarak kimi ve neyi okuyacağımızı iyi bilmek gerek. Bu şairlerin etkisinde gelişen edebiyat ve nesiller ‘’Türk-ü Sutür’’ diyen Moralı Seyyid Ali Efendi zihniyetinin babası olmuştur, ‘’Türkler, dini, soyu sopu, vatanı şüpheli ve belirsiz, 5-6 milyonluk bir cahil sürüsüdür.’’ Diye yazı çıkaran Vahdettin El Ahsam Gazetesinin fikir babası olmuştur. Bugün kimseler Moralı Seyyid Ali Efendi’yi tanımaz ama;
‘’Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur!’’ diyen Mehmet Emin Yurdakul’u tanır.
Divan edebiyatı, Türk edebiyatının vazgeçilmez bir dönemidir. Yine ilginç gelebilir ama edebi reform uğruna cumhuriyetin ilanıyla yıkılmaya çalışılan bu edebi zevk şairlerimizin ustalaştıklarında bir durağı olmuştur. Sözü fazla uzatmadan sizleri Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’a yazdığı satırlarıyla uğurlayayım dostlar;
Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım (Benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ayım)
Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım (Can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım.)
Hayatım hasılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim (Hayatımın, yaşamımın sebebi Cennetim, Kevser şarabım)
Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım (Baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm)
Neşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem’im (Sevinç kaynağım, içkimdeki lezzet, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meşalem.)
Turuncu u nar u narencim, benim şem’-i şebistanım (Turuncum, narım, narencim, benim gecelerimin, visal odamın aydınlığı)
Nebatım, sükkerim, genc,m, cihan içinde bi-rencim (Nebatım, şekerim, hazinem, cihanda hiç örselenmemiş, el değmemiş sevgilim.)
Azizim, Yusuf’um varım, gönül Mısr’ındaki hanım (Gönlümdeki Mısır’ın Sultanı, Hazret-i Yusuf’um, varlığımın anlamı)
Stanbulum, Karaman’ım, diyar-ı milket-i Rum’um (İstanbul’um, Karaman’ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevgilim)
Bedahşan’ım ve Kıpçağım ve Bağdad’ım, Horasanım (Bedahşan’ım ve Kıpçağım, Bağdad’ım Horasan’ım.)
Saçı marım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bimarım (Güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!)
Ölürsem boynuna kanım, meded he na-müsülmanım
Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim (Kapında, devamlı olarak seni methederim, seni överim, sanki hep seni övmek için görevlendirilmiş gibiyim.)
Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi’yim hoş halim! (Yüreğim gam ile, gözlerim yaşlarla dolu, ben Muhibbi’yim, sevgi adamıyım, bana bir şeyler oldu, sarhoş gibiyim. Bir hoş hale geldim.)
Muhibbi.
Kaynakça
Dr. Ahsen Batur, -1200 YILLIK SÜRGÜN, " TÜRK " SÖZÜNÜN HAZİN HİKAYESİ-
Yorumlar
Yorum Gönder