Alamet-i Farika

Alamet-i Farika

Türk milleti tarihin ilk çağlarından beri varlığını sürdüren birkaç ulustan biridir. Bu varlık yüzyıllar boyunca sürdürebilmiştir çünkü; en küçük sosyal birim olan oğuştan (aile), en üst birim olan El/ İl’e (devlet- hükümet) kadar bir sistemler bütünü işlemekteydi. Temel olarak töreye ters gelmemek koşuluyla herkes hür bir biçimde yaşardı. Herkesin kendi fikrine sahip olması ise alışılagelmiş bir durumdu. Bu ‘’alışagelmiş’’ durum ne Avrupa’nın medeni (!), ne de Arapların o ‘’güzel’’ görgülerinde görülmüş değildi. Bu hoşgörü günümüzde memleketimizde, Türkiye’mizde dahi hasretle aranılan bir ortamdı.

Tarihin Pax Romana, Pax Khazarica, Pax Ottomana dediği barış ve hoşgörü dönemleri olmuştur. Düşünce hürriyetinin zirvede olduğu yıllardır bunlar. Pax Romana, pagan Roma devrinde, Pax Khazarica (Hazarika) Yahudi inancına sahip Hazar devleti devrinde, Pax Ottomana ise Osmanlı barışıdır. Pax Khazarica bu devirlerin zirvesidir bence. Bugünkü Hazar Deniz’ine de isim vermiş olan Hazarlar arasında aynı anda birden çok dine inanan kitleler birlikte yaşamışlardır. Öyle bir ortam düşünün ki; baba ve oğul farklı dinlere inanabilmiş, toplu tarafından da kabul görmüşlerdir. Bu hoşgörü, bu yüksek kültürlülük Hazarları zamanla zengin ve uğrak bir diyar haline getirmiştir. Bugünün Türkiye’sinde ‘’anlayış’’ bir Alamet-i Farikadır (kişiyi diğerlerinden farklı kılan anlayış, nitelik).

İlginçtir tarihin en eski milletlerinden biriyken kendimizi altı yüz yıllık Osmanlı tarihine sıkıştıran da biziz. Ondan Osmanlı’nın en ihtişamlı devirlerinden birini örnek vereyim; Günümüz babaları, eşleri kendilerini ‘’Fatih’’ zannediyor. Bu durumda eşlerinin, çocuklarının, toplumun elbette rolü var, fakat babalarımız bazı bazı güç zehirlenmesi yaşamıyor da değiller. Çoğu gün haberin bültenlerine konu olacak nitelikte bir kadın cinayeti- şiddeti var. Bir de konu olmayacak nitelikte olanlar var… Bizim Fatihlerin gücü, kudreti onları evlerinde hasretle bekleyen eşlerine, özlemlere onları bekleyen evlatlarına söküyor! Onların Fatihliği eşlerine, çocuklarına eziyeti gerektirmiyor. Anayasamızda Madde 12’de; Madde 13’te belirtilen maddeler dikkatle incelenmelidir. Demem o ki; babalarımızın Fatihliği 1453’ten olmamalı! Kimse ana karnından Konstantinopolis Fatihi olarak doğmuyor. Önce Mehmet’ti Fatihte, Murad-ı Sanii Hazretlerinin oğlu, hem de en küçük oğlu! Bir başka deyişle; tahta geçme ihtimali en düşük olan oğlu. Yani kimse pişmeden, düşmeden, emeklemeden Fatih olmuyor!

Günümüz aile yapıları da ilginç aslında çocuklarla sadece anneler ilgileniyor, babalar robot gibi dışarda mesai doldurup eve geliyor, izin günlerinde gerekli fırçaları atıyorlar, küçük çocukların tüm sorularına anneler cevap veriyor, babalarımızın ‘’yüksek tenezzülleri’’ pek olmuyor efendim! Bu ülkenin çoğunluğu İslam dinine mensup değil mi? Yahu Kuran-ı Kerim’de ‘’Bakara’’ adında bir sure var, bu surenin 260. Ayetinde Hz. İbrahim (a.s) Hz. Allah’a (c.c) sorular soruyor. Alemin padişahı ve mutlak sahibi olan Hz. Allah, Hz. İbrahim’e ‘’Sen ne hakla bana sorular sorabilirsin! Sana ne! İşine bak!’’ demiyor, aksine peygamberine, kendi kuluna açıklama yapıyor, izahatta bulunuyor.

 Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un çok sevdiğim şiirleri vardır, ancak biri diğerlerinden daha farklıdır. Diyor ki;

‘’…

Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desem,

İki kazma kürek, iki de ırgat gerek.

Ancak hadi gel yapalım şunu geri desen,

Bir Sinan, bir de Süleyman gerek…’’

Şiirde bahsi geçen camilerin, sarayların, köprülerin, su kanallarının velev her çeşit imarın mühendisi olan Koca Sinan var. Osmanlıların ihtişamlı devirlerinin baş mimarı. Onun bir hikayesi toplumumuzda çocukların önemini ortaya koyar nitelikte. Özeti şu; Mimar Sinan, ‘’Selimiye’’ Camiini inşaa etmektedir. Caminin bulunduğu mahalde bir çocuk grubu oyunlar oynuyorlarmış. O çocuklardan biri, bir inşaat işçisine ‘’Bu camiinin minarelerinden birisi eğri!’’ diyor fakat usta pek oralı olmuyor. Fakat bu iş Koca Sinan’ın kulağına kadar gidiyor. Koca Sinan çocuğu buluyor ve ‘’ Göster bakalım neresi eğri camiinin?’’ diyor, çocuk sağ eliyle bir minareyi işaret ediyor. Koca Sinan’da ırgatlara emir veriyor halatlar o minareye atılıyor. Koca Sinan, çocuğa ‘’Şimdi, biz çekeceğiz, sen düzelince söyle’’ diyor, çocukta ‘’Tamam’’ diyor ve camii düzeltiliyor. Koca Sinan gibi çağının ve büyük bir harikası bile bir çocuğu ciddiye alıyor, bağırıp, kızmak yerine anlayışla yaklaşıyor. Yine şiirde bahsi geçen büyük Türk Hakanı I. Süleyman’ın devrinde vuku bulan ‘’Molla Kabız’’ olayını biliyorsunuzdur. Anadolu Kazaskeri Kadri Çelebi ve Rumeli Kazaskeri Fenarizade Muhyiddin Çelebi ile duruşmada Molla Kabız’ın fikirlerini çürütemiyor, üstüne bağırmaktan başka bir şey de yapamıyorlar. İslam’ın ve Allah’ın Yeryüzündeki Temsilcisi unvanına sahip Kanuni Sultan Süleyman’ın divanında, İslam’ın değerlerine ve peygamberine karşı bir hücum varken, divana gelen Alimler rakibin fikrini çürütememişken Kanuni Sultan Süleyman Molla Kabız’ı astırıp, kestirmek gücüne sahipken Sultan Süleyman ‘’ Ertesi gün Şeyhü’l İslam ve Taht Kadısı gelsin!’’ diye buyuruyor ve Molla Kabız’ı serbest bırakıyor. 

Türk tarihinden daha çok geniş örneklerle aile yapısından bahsedebilirim; eskiden bir buyrukta ‘’Hakan buyuruyor ki’’ ifadesi ile başlanıyorsa o buyruk geçerli kabul edilmezdi. Eskiden yapılan antlaşmalarda hakanın yanında hatunda bulunurdu. Cengiz Han devrinde bir toyda, Cengiz Han geleneklere ters bir hareketle eşi Börte’yi soluna değil de sağına oturttur. Çevreden gelen Toygunlar geleneklere göre soldan kendilerini tanıtmaya başlarlar, en son Toygun kendini tanıtınca son sırada Börte Hatun vardır. Cengiz Han sözü alır ve ‘’ Ben hepinizin Hanı’yım işte bu da benim Han’ım’’ diyerek eşi Börte’yi gösterir. Ya da sayfamıza ad veren Altay Dağlarının en yüksek tepelerinden birine ‘’Kadınbaşı’’ isminin verilmiş olması ya da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Kadını için söylemiş olduğu onlarca vecizesini örnek gösterebilirim. Bu arada Türk Kadınının tek görevi yemek yapmak, ev temizlemek, çamaşır yıkamak değildir! Türk Kadını 5 Aralık 1934’ten beri ‘’Seçme ve Seçilme’’ hakkına sahiptir.

Umarım ki son yıllarda zirve yapan kadına – çocuğa şiddet, taciz ve hatta tecavüz ne varsa son bulur. Alamet-i Farika, düşüncenin farklı oluşuna ceza vermekle değil de; düşüncenin hak olup, olmadığına bakarak verilen kararla olur. Bir kadın seni istemeyebilir, sevmeyebilir de bu onun öldürülmesine, şiddet görmesine bir sebep olamaz ve olmayacaktır da devletimiz en şiddetli biçimde bu ‘’insanlık düşmanı’’ adam ‘’müsveddelerine’’ gereken en ağır cezayı verir!

Kadına Şiddete Hayır!

Enes Öztürk (Altaylı)

08.03.2021

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üç Tarz-ı Siyaset Işığında Türkçülük Fikri

Gerçekler ve Yalanlar | Atsız ve Atatürk

Türk Olmak Bahsine Dair "Katliam" Girit Türklüğü